Fenerbahçe Dergisi Nisan sayısı Röportajı

O bir vizyoner profesör… Hayat mottosu, “Deneyimlemek.” Muhteşem eğitimi ve kariyeri var. İngiltere’de Master ve Doktorasını yapmış, Yurt dışında öğretim üyesi olarak çalışmış, Birleşmiş Milletlerde Türkiye’yi temsil etmiş, Uluslararası örgütlerde ve işveren organizasyonlarında üst düzey görevlerde bulunmuş, Türkiye ve KKTC’nin seçkin üniversitelerinde Rektörlük yapmış, Türkiye’deki eğitim gazetecileri tarafından CEO Rektör olarak lanse edilmiş ünlü akademisyen Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu… Kendisini övücü sıfatlardan hoşlanmasa da, inceliği, esprisi, sadeliği, ileri görüşü ve birikimi onu farklı kılıyor… Hocayı yakından tanıyıpta hayran olmamaya olanak yok; o derece yani… Gerçekten önünde saygıyla eğilip, rol model alınacak efsane akademisyen… Öğrencileriyle eşit ilişki kurmanın benzersiz ikonu betimlemesiyle “Hocaların Hocası”… Tek cümleyle eğitimin ve şeffaflığın sembolü… Nobel Barış Ödülü Seçici Kurulu’nda 700 devlet adamı, bilim adamı ve sanatçı arasında ilk Türk jüri üyesi olarak yer alarak tarihe geçen profesör. Fenerbahçe Üniversitemizin kurucu Rektörü ve aynı zamanda müthiş bir Fenerbahçeli Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu hocamız ile harika bir renk daha katıldı “VIP KONUK” Klasiğimize…

Şahane hoca, Sayın Profesör Ali Rıza Büyükuslu beyefendi… Eğitime, İş dünyasına ve Sanata sağladığı katma değerleriyle sağlam kişiliğini, enerji dolu güçlü karizması ve ışıltılı karakterlerini hayata yansıtan, çok hoş ve naif bir insan… Ve iyi kalpli… Onunla zaman geçirmek insana gerçekten huzur veriyor… Hakikaten ufkumu açtı, aşağı yukarı üç saatlik konuşmadan inanılmaz çok şeyler öğrendim. Aslında ondan öğrenecek daha çok şeyler var; o derece yani… Aydın ahlakı ve entelektüel kimliğinin yanında, müthiş bir insani zarafeti ve inceliği var. Cesur ve ilkeli… Mütevazı… Eşitlikçi… Eleştirisini de beğenisini de esirgemiyor… Ama net yapıyor… Abartmıyor… Neyse onu söylüyor, koruyup kollamıyor, asla tarafgir değil… Fevkalade objektif… Bir de iyi analizci… İnsanlarla göz teması kurarak konuşuyor. Böylece dinlediği ve ilgilendiği duygusunu veriyor karşı tarafa… Farklı, sıra dışı bir akademisyen… Öyle ağır kavramlarla, anlaşılmaz betimlemelerle konuşmuyor, gayet net ve nokta vuruş mesajlar veriyor…

Hoca, hayal kurmaya inanıyor, hayal kurmadan, hiçbir haltın olmayacağını düşünüyor, yaratıcılığa inanıyor, içinde inovasyon, digital teknoloji, tasarım ve akıl olmayan hiçbir şeyin bu yüzyılda sökmeyeceğine inanıyor… Beni büyüledi anlattıklarıyla… Google tarama motoruna; “Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu” yazmanız yeterli, ne demek istediğimi, hocaya neden bu kadar methiyeler düzdüğümü o vakit anlayacaksınız… Özellikle yurtdışında verdiği konferansları, yazdığı makaleleri, konuk olduğu uluslararası medya kitle iletişim araçları… Öyle ki; Financial Times’a haber oluyor, yurtdışında en prestijli dergilerde röportaj ve makaleleri yayımlanıyor, BBC hatta CNN bile haber yapıyor hocayı… Sıçrayan zekâsıyla yazdığı o muhteşem kitaplarını ise hiç sormayın tıpkı Sayın hocamız gibi, tut tutabilirseniz o derece yani… Vay arkadaş; say, say bitmiyor… Adam her şeyi birden yapıyor… Allah için iyi de yapıyor, hakkını vererek yapıyor… Sadece dışı değil, içi de Batılı… Aynı zamanda vatansever bir Anadolu insanı… İyi ki var bu ülkede Sayın Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu hocamız…

Dünya denilen galaksinin Yükseköğretimde küresel işbirliklerinin, Global Yükseköğretim ve aynı zamanda inovasyon ve girişimcilik alanlarının gurularından biri olarak da tanınan sayın hocamız şimdiler de ise yüksek vizyonu ve tüm birikimleriyle Fenerbahçe Üniversitesinde Rektör Vekili ve 9 yıldır kulübümüzün Üniversite kurma sürecini yöneten kurucu Rektörüdür. Biz de; Sayın hocamızı kutluyor ve bu kutsal görevinde şans ve başarıların en iyisini diliyoruz…

Bugün onur ve gurur duyduğumuz, tüm insanlığa ait önemli bir Bilim ve Rönesans adamı olan aynı zamanda müthiş Fenerbahçeli, Fenerbahçe Üniversitesinin Rektör Vekili ve kurucu Rektörü Sayın Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu hocamızı konuk edip; Çağdaş eğitim kültürü, bilimsel yorumları, o fantastik kariyerinden naif kitaplarına, hayata bakışı ve beklentilerini, korkularından, hataları, keşkeleri ve itiraflarına, ilave olarak Entertainment dünyasından Fenerbahçe’ye kadar birçok şeyi dolu, dolu konuşup zevkle okuyacağınız ruhu çıplak bir röportaj yaptık. Söz hayatın ve eğitimin ustasında… Keyifli dakikalar…

SORU: Sayın hocam çağdaş bilim dünyasının önemli bir akademisyeni ve düşünce adamı olarak sizden öncelikle toplumsal yaşamımızda gereksinim duyulan bilgi, beceri ve anlayışları edinmelerimize, kişiliklerimizi geliştirmelerimize kaynak olan bilimsel eğitimde sahne performansını rica ederek söyleşimize zevkli bir konuyla başlayalım. 

YANIT: Cehaletin en önemli panzehiri bilimsel eğitimdir. Sosyoekonomik açıdan gelişmişlik gösteren ülkelerde bilimsel eğitim yükselirken, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde temel-orta ve yüksek eğitimdeki bilimsel dayanağının aşağıya doğru yön kırdığı görülüyor. Bilimsel eğitimden kastımız, bağnazlıktan uzak yenilikçi, çağdaş öğretim teknikleri ve metodları kapsayan bir sistematiktir. Yani çocukların küçüklükten itibaren ilk yaşlarında hayal kurmasının önünün açılması, oyun oynayacağı yaşlarında oyun oynamaları ve eğitimin daha çok temel maddi gerçekçilikle desteklenmesi ve doğru yönlendirilmesidir. Aynı zamanda gelişim çağında bir mesleki formasyonunun olması ve entelektüel derinliğini destekleyecek şekilde sosyal tabanının bir eğitim olarak ona verilmesidir. Mezun olduğu zaman sahne performansı kapsamında, aydın ama derin bir şekilde edebi yönünü geliştirmiş bir hobisi olan, müzik yapabilen, daha doğrusu entelektüellik ile aydınlık arasındaki çizgiyi iyi koruyabilen yetiye kavuşturmaktır. Herkes aydın olabilir ama entelektüel olmak için hobilerinizin olması gerekiyor. Dolayısıyla sahne performansı dediğimiz; ileride kendisini ifade ederken ya da yöneticilik yaparken ya da bir üretim hattında mühendislik yaparken de teknik donanımının yanı sıra hayattaki rolün de iyi bilmesi sağlamaktır.

SORU: 1982 Üniversite reformunun 36’ıncı yılına geldiğimiz şu günlerde; Bireyleri belli bir hedefe ulaştıracak bilgileri öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme de yol haritası sayabileceğimiz çağdaş bir Yükseköğretim olgusu hakkında yorumlarınız desem…

YANIT: Çağdaş bir Yükseköğretim olgusu; bilimin teknolojiye, teknolojinin de bir ürüne dönüşmesidir. Örneğin müspet bilimler açısından baktığımızda mutlaka yapılan bilimsel eğitimin bir teknolojiye veya araştırmaya dayandırılması ve bunun sonucunda bir ürün, bir marka çıkması gerekiyor. Dünya sıralamasında ilk 10’a giren üniversitelere, ilk 50’ye giren ülkelerin dağılımına baktığımız zaman genelde bilim-teknoloji-ürün arasındaki ilişkiyi iyi koruyan üniversiteler çok başarılı olan üniversiteler oluyor. Yükseköğretim endüstri için, iş dünyası için yapılmalı ve hedef ise nitelikli insan gücü yetiştirmelidir.

SORU: Sizce; eğitimi çağdaş bilime dayanan, araştırmaları toplum ihtiyaçlarını gözeten ve üretime dönüştüren, öğrenci yeteneklerinin gelişmesinde ulusal bilinci temel alan, programları ve eğiticileri ulusal ve uluslararası kalite sistemlerine uyumlu bir üniversite kurgusu nasıl olmalıdır?

YANIT: Bir üniversitenin her şeyden önce uluslararası niteliği olmalıdır. Yani, Birleşmiş Milletler gibi olmalıdır. Ben, Birleşmiş Milletler’de bir süre görev yaptım. Kapısından tüm dünya insanları girer ya da çıkar. Asyalısı da, Kuzey Amerikalısı da, Türkü de, Afrikalısı da, Ortadoğu insanı da… Tüm renklerin temsil edildiği bir yerdir. Bir üniversite de aynen böyle olmalıdır. Sadece Türk profesörler ya da sadece Türk öğrenciler olmamalıdır. Uluslararası kalite sistemlerine uyumlu bir üniversite kurgusundan bahsediyorsak yabancı öğretim üyeleri de görev yapmalı, yabancı öğrenciler de gelmelidir. Söz konusu üniversitenin diplomasının aynı zamanda global ölçeklerde istihdam kabiliyetinin olması gerekiyor. Yerel olmamalıdır. Diploma yerel olursa o vakit Üniversite de yereldir. Bir üniversitenin dünya üniversitesi olabilmesi için diplomasının uluslararası geçerliliği olmalıdır. Bu tür üniversitelerde iki şey çok önemlidir: Birincisi; bilimsel altyapısı, teknik-teknolojik donanımı. İkincisi bilimi öğretecek akademik kadronun çok nitelikli olması ve dünya vizyonuna sahip insanlardan seçilmesidir.

SORU: Bütün bilim alanlarında uluslararası nitelikte kaliteli eğitim ile toplumun gereksinimi olan araştırmacı, yaratıcı, özgün, kendine güvenen ve girişimci öğrenciler yetiştirmenin temel kriterleri neler olmalıdır hocam?

YANIT: Temel kriter; Girişimci Konsepttir, yani girişimci yetiştirmede etkin programlar uygulamaktır. Konuyu bir kurgu örneğiyle açıklayayım size… Harvard, Cambridge, MIT, benim de doktora yaptığım ve hala kürsüm olan Warwick Üniversitesi gibi global ölçekli üniversitelere bakıldığında şu pozitif olgu ön plana çıkıyor… Diyorlar ki; “Bizim mezunlarımız bir iş yerinde eleman gibi çalışmak ya da yönetici olmak zorunda değiller, onlar kendi işini kurma yetisine sahipler ve çoğu da kendi işini kuruyorlar” yani o tip üniversiteler sadece diploma üreten eğitim kurumları değiller. Standford, bugün Silikon Vadisi’nin doğduğu yerdir. Temel felsefesi; geleceğin milyonerlerini yetiştirmektir. Gerçekten de öyle bugün bakıyorsunuz, Facebook, Twitter, Instagram, benzeri bir dolu sosyal medya doğuyor. Dijital teknoloji firmaları vb. de… Kurucuları kimler? Standford’da, Harvard’da öğrencilik yapmış kimseler… Bir garajda başlayan çalışma “Start up, Spin off” dediğimiz küçük firmalarla başlıyor, sonra bu firmalar büyük firmaların tedarikçisi oluyor ve büyük firmalar tarafından milyon dolarlara satın alınıyor. Bakınız, WhatsApp nereden para kazanıyor? Bize bedava iletişim sağlıyor. 9.1 milyar dolara satıldı. Tamamen veri tabanı için satıldı. Şirketlerin en çok ihtiyaç duyduğu; mahremleri, verileri satın almak. Örneğin; siz tatile çıkacaksınız, internetten lokasyonlara bakarken birden mesaj geliyor ve booking.com indirimli ülkeler vs. seçenekler sunuyor. Bilim buna geliyor. İyi üniversiteler girişimci yetiştiriyor. Girişimci modelini oluşturan teknoparklar, bilim parkları kuruyorlar. Çocukları yetiştirirken araştırma geliştirme faaliyetleri içerisinde yapıyorlar. Sanayinin gelip “know how” satın aldığı üniversitelerde, girişimci konsepti tarzıyla yetişen dijital dünyanın öğrencilerine mezun olarak bakılmıyor geleceğin milyonerleri olarak bakılıyor. Olay budur yani…

SORU: 1984 yılında Yükseköğretim hayatına geçirilen ve merhum Prof. İhsan Doğramacı formülü olarak bilinen Vakıf Üniversiteleri için ne söylersiniz?

YANIT: Bence Vakıf üniversiteleri doğru bir karardı. Özelleşen her şey Türkiye’nin önünü açmıştır. 1980 sonrası serbest piyasa ekonomisi, Özal dönemi ve sonrası… Yükseköğretim de bunu vakıf üzerinden takip etti. Özel üniversiteler kavramı Türkiye’de kullanılmıyor ama vakıf üniversiteleri kavramı üzerinden doğru bir karar. Eğitime yapılan harcamalar da kutsal harcamalardır. Bunun yatırımcısı da kutsaldır. Bu anlamda Fenerbahçe Üniversitesi için Aziz Yıldırım’a müteşekkiriz. Fenerbahçe bu kaynakları başka yere de harcayabilirdi ama eğitime harcadı. Dolayısıyla eğitime yatırılan her kuruş bu ülkenin geleceğine yapılan yatırımdır. Çok önemli bir projedir. Fenerbahçe tarihinin en önemli projelerinden biridir. Birçok proje söz konusudur ama Sayın Başkanın bence en büyük mirasım dediği en büyük eserlerinden biridir. Bir Fenerbahçeli olarak kendisine müteşekkirim. Bu konuda vakıf üniversitelerine baktığımız zaman bir teşekkürü de son yıllarda üniversitelerin önünün açılmasına vesile olan siyasi mekanizmaya etmek gerekiyor.

SORU: Şimdi dilerseniz biraz da kariyerinizden söyleşimize devam edelim hocam… İ.Ü. İktisat Fakültesinden mezun olduktan sonra kısa bir süre araştırma görevlisi olarak çalışıyorsunuz… Sonra Devlet bursuyla ver elini İngiltere diyerek Yüksek Lisans ve Doktora programına başlıyorsunuz; düşünceleriniz..

YANIT: Devletime çok şey borçluyum. Esnaf çocuğuyum. Bugün sahip olduğum tüm kariyerim, yurt dışında sağladığım tüm başarılarımı her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti’ne borçluyum. Devletimden aldığım bursla İngiltere’de Master yaptım, doktoramı başarıyla tamamladım ve Türkiye’yi temsil ettim. Bu konuda devletçiyimdir. Hayatımın sonuna kadar devletime hizmetle yükümlü olan bir insanım, bir akademisyenim. Her zaman bu sorumluluğu hissederim. Önce devlet diyen, vatan diyen biriyim. Her şeyi Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı olanaklara borçluyuz.

SORU: Sonraki süreçlerde İngiltere, Almanya ve Amerika ekseninde çok seçkin üniversitelerde Türk misafir öğretim üyesi kimliğinizle başta Endüstri İlişkileri olmak üzere birçok uluslararası akademik proje ve işbirliklerine imza atarak doktora üstü çalışmalar yaptınız. Bu başarılı akademik performanslarınız sonrası İngiltere Warwick Üniversitesi tarafından “Onursal Profesörlük’’ unvanı ile ödüllendirildiniz. Birazda bu muhteşem başarı öykünüzü rica etsem hocam…

YANIT: İngiltere’ye, 3000 kişinin katıldığı bir sınavda birinci olarak gittim, Türkiye’den burs aldım. İngiltere’de özel bir başarı ödülüyle doktora programına katıldım. Warwick Üniversitesi İngiltere’de ilk üçe giriyor, zor bir üniversite. Dünyanın en iyi hocalarıyla çalıştım. Burada benim için iki isim önemliydi. Biri İngiltere’de çok önemli bir inovasyon gurusu olan Lord Prof. Kumar Bhattacharyya, diğeri Prof. Richard Hyman, doktoramı onlarla yaptım. Ondan sonraki süreçte İkisiyle olan münasebetim beni farklı yerlere taşıdı. Master-doktora sonrası Amerika’da Cornell Üniversitesi’nde, Almanya’da ve Japonya’da çalışmalarda bulundum. Sonraki süreçte özellikle İngiltere’de çok önemli bir ismi, Margaret Thatcher’dan bugüne kadar İngiltere’deki Başbakanların sanayi danışmanı ve İngiltere’de sanayiyi yönlendiren 3 kişiden birisi olan Lord Bhattacharyya’dan bütün sanayi vizyonumu kazandım. Üniversite-sanayi işbirliğini, proje bazlı çalışmak, akademisyenlerin girişimci olmasının önemini, sanayiye projeler yaparak üniversitelerine gelir getirilmesi, üniversite-sanayi işbirliğiyle marka yaratılması, teknoloji üretmesi konusundaki tüm deneyimlerimi Lord Bhattacharyya, mentörlüğünde öğrendim. Prof. Dr. Richard Heimann’dan ise bilim adamı nasıl olunur, bilimsel metodoloji nasıl uygulanır bunları öğrendim. İkisine de çok şey borçluyum. Sonuçta tüm bu başarı öykülerimin arkasından İngiltere Warwick Üniversitesi de bana “Onursal Profesörlük’’ unvanı verdi. Tabii mutlu oluyor insan… Ne diyebilirim ki gururluyum…

SORU: Bir Türk olarak, Avrupa Birliği Endüstri İlişkileri Akademisyenlerinden güçlü bir Network oluşturdunuz. Burada ki amacınız neydi?   

YANIT: Her zaman öğrencilerime de söylerim. İster bilim adamı olun, ister finans, üretim, servis, tarım hangi alan olursa olsun networkleriniz çok önemli olsun diye. İki network çok önemlidir. Ulusal ve uluslararası networkler… Çağımız network çağı. Bir de sivil toplum örgütlerinde çalışmak. Kendi alanınızdaki sivil toplum örgütleri; akademik ya da mesleki dayanışma organizasyonu da olabilir. Benim odaklandığım nokta o dönem Avrupa Birliği çok önemliydi. Burada ki amacım benim için önem arz eden bilgi transferi açısından Avrupalı akademisyenlerin bir parçası olmaktı.

SORU: Uluslararası Kimya İşverenleri Çalışma İlişkileri Komitesi (LRC), Avrupa Kimya İşverenleri Grubu (ECEG) ve Avrupa Sanayi ve İşveren Konfederasyonları Birliği (UNICE) Endüstriyel İlişkiler Komitelerinde üst düzey görevler aldınız. Türkiye’deki donanımlı işgücü ve otomasyon sistemlerine sahip Kimya sektörünün “Endüstri 4.0’a” yani dördüncü sanayi devrimine hazır olduğunu söyleyebilir miyiz?

YANIT: Akademik ve profesyonel kariyerimdeki en önemli nokta, daha sonra rektör olduğum zaman CEO Rektör olarak tanımlanmama neden olan unsur, özel sektörde kazandığım tecrübedir. TUSİAD, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu özellikle 1990’lı yıllarda inanılmaz şekilde Avrupa Birliği müktesebata uyum çalışmaları yapıyordu. Türk iş dünyasının bu müktesebata uyum çalışmasında teknik müşavir olarak, genel sekreter olarak büyük katkılarım olmuştur gerek Brüksel’de, gerek İsviçre’de Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü’nde. Dolayısıyla kimya sektöründeki genel sekreterlik şapkam, bana sadece bir işveren sendikası organizasyonunun başında olmak dışında akademik tecrübelerimi pratikle birleştirme şansı vermiştir. Böylece bir sektörün dönüşümünü, dünyaya uyum ve adaptasyonuna şahit oldum. Burada bunu yaparken iki şey çok önemliydi; Türk kimya sektörü dönüşüyor ve dünyaya entegre oluyordu. Avrupa Birliği’nin bölgesel bir parçasıydı. Türkiye sanayisi buna nasıl uyum sağlayacaktı? Ben bu uyum sürecinde çalıştım. Başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Bugün kimya sektörünün yüzde 80’i yabancı aktörlerden oluşuyor. Çok heterojen bir sektörden bahsediyoruz; ilacı, petrol-kimyası, plastiği, boyası… Bütün ünlü markalar işveren sendikamızın parçasıydı. Bunların sadece iş dünyasından kaynaklanan sorunlarını çözmüyor, aynı zamanda dünyaya entegre etmeye çalışıyorduk. Bu kapsamda rol aldım. Endüstri 4 konusu daha güncel bir konu. Yeni sanayi devrimi, dijital dönüşüm. Tüm sektörlerin dijital, inovasyon ve teknoloji tabanlı büyümesi. 4 büyük devrim var dünyada. Buhar makinesi keşfi, Henry Ford’un otomobil üretmesi, otomasyon yani mekaniğin elektrikle birleşmesi ve Almanlarım otomasyonun ortaya çıkmasıdır. Ben burada Japon sistemini de çok önemsiyorum. Kısacası Türkiye’de sanayi hep önde olmuştur. Türk sanayisi güçlüdür. Endüstri 4 devrimine tam entegre oldu mu? Hayır ama olmak üzeredir. Bu konuda geri olan maalesef üniversitelerdir.

SORU: Şimdi bir başka alanınıza geçiyoruz… Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Kalkınma Planları Komisyon Başkanlığı ve Raportörlüğü yaptınız. Sadece gümrük duvarları ile korunan bugünkü yerli sanayinin kaliteye, Ar-Ge ve inovasyona önem vermediği, ürün geliştirmekte atıl kaldığı ve böyle devam edilirse de küresel rekabet şansını yitireceği yadsınamaz bir gerçek olarak görünüyor. Hani biraz dış ticarette liberalleşmeye gidilse, sağlam reformlarla İhracata yönelik güçlü stratejiler üretilerek dışa açılma modelleri benimsense desem, acaba siz ne derdiniz hocam?

YANIT: Evet; Türkiye’nin dışa açık büyüme stratejileri içinde kendi markasını yaratması çok önemli. Çünkü Türkiye’nin iki temel bağımlılığı var; bir tanesi enerji, petrol ve doğal gaz. Petrol ve doğal gaz çıkmadığı sürece bu bağımlılıktan kurtulmak mümkün değil. Bilimsel olarak alternatif enerji kaynakları üzerine yoğunlaşmak da önemli. Ancak Türkiye’nin en temel ikinci bağımlılığı ki bu bizim çözebileceğimiz bir bağımlılık; teknolojiyi ithal ediyoruz. Kimileri montaj ekonomisi der. Bizdeki üretimin yüzde 70-80’i ithal ikamesine dayalı bir model. Teknolojinin önemli bir kısmını ithal ediyoruz. Bu bağımlılıktan kurtulmak kendi elimizde. Burada üniversitelerin çok önemi var; bilimin teknolojiye, teknolojinin ürüne dönüşmesi noktasında. Yerli sanayinin rekabet için yani bir kalkınma modeline, paradigmaya ihtiyaç var. Özellikle inovasyon ve ar-ge tabanlı büyüme çok önemli. Şirketlerin ar-ge yatırımının çok önemi var. Maalesef yerli sanayi bu konuda geçtiğimiz 30 yılda çok iyi değil. Ama yeni yeni kıpırdanmalar da var, ar-ge merkezlerini açmaya başladılar. Bu anlamda Türkiye’nin yeni bir kalkınma modeline ihtiyacı var. Yenilikçi ürün üretmek, bu kapasiteye sahip olmak için mesleki eğitime önem vermek ve nitelikli insan gücü yetiştirmek. Bunun yanı sıra da araştırma ve geliştirmeye yatırım yapmaktır. Toplam ihracatımız içinde teknolojik ürünlerin payı yüzde 3’lerde. Bu kabul edilebilir değil. Bu konuda üniversitelere çok önem düşüyor.

SORU: Sayın hocam affınıza sığınarak belki biraz zıp, zıp sorular soruyorum ama böylesine donanımlı bir Bilim ve Rönesans adamını bulmuşken pisti de pas geçemiyorum yani… Geliyoruz Türkiye İşveren Sendikaları Genel Sekreter Koordinasyon üyeliğinize… Kurumu ve konjonktürü bilen biri olarak; ülkemizin bilgi ve teknoloji üretmek, gelecekte gelir getirecek başta biyoteknolojiler, nanoteknoloji, robotik, yapay zekâ, genetik, bilişim, uzay, yeşil teknolojiler gibi alanlara dayalı üretim yapmak, bilim-teknoloji zengini nesiller yetiştirmek ve bilgiyi ticarileştirerek ihracata yönelmesi için Avrupa Birliği’nin “Sosyal Partner” kriterlerine karşı nasıl bir uygunluk gösterilmesi gerekmektedir?

YANIT: Sosyal partner kavramı nereden ortaya çıkıyor? Dünyada devlet, sermaye (kapital) ve emeğe sosyal partner diyoruz. Üretim unsurları. Son zamanlarda Bill Gates de çok dile getiriyor. Sosyal kapitalizmden bahsediyor. Yani kapitalizmin ehlileştirilmesidir. Devletin sosyalleşmesi, emeğin sosyalleşmesi, sosyal politikalarla desteklenmesi. Sermayenin de vahşi kapitalizmden sosyal kapitalizme geçmesini kastediyoruz. Burada temsil mekanizmaları var. İşçi sendikaları, işçi örgütleri vs. Sendikacılık genelde ücret sendikacılığı değil de üretime katkı yapan pozitif sendikacılık. Burada devletin de sosyal devlet olması önemli. İşverenler açısından ki ben yıllarca işveren vekilliği yaptım, Allah nasip etti Sakıp Sabancı’yla, Türkiye’nin en önemli iş adamlarıyla çalıştım. Türkiye’de sosyal partner kavramında işveren organizasyonlarının çok büyük önemi vardır. Çünkü dünyadaki yeniliklerin Türkiye’ye getirilmesi konusunda gerek TUSİAD’a gerek Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’na önemli misyon yüklenmiştir. Oradaki beyin takımında yer aldım. Dolayısıyla yeni bir kalkınma modeli varsa burada yeni paradigma, yeni istihdam yaratma modelinin bilgiye dayalı olması gerektiğini savundum. Tarım sektöründen sanayiye, sanayi sektöründen bilgi toplumuna, bilgi sanayisine gidiş var. Endüstriyel devrimle de tamamlıyoruz ama ben bunu dijital dönüş çağı tanımlıyorum. Son yazdığım kitapta da bunu dijital kapitalizme geçiş olarak yorumluyorum. Türkiye’de 28 iş kolu var. Hepsi birbirinden önemlidir. Ama geleneksel üretime dayanarak yeni alanlarda istihdam yaratamayız. Yani orta gelir tuzağından kurtulamayız. Orta gelir tuzağından kurtulmamız, milli gelirimizi arttırmamız için katma değeri yüksek teknolojik ürünlere ve üretime yönelmemiz gerekiyor.

SORU: Geçiyoruz, Başbakanlık Kamu Personel Reformu çalışmaları bilim komisyonu üyeliğinize… Mevcut ve yetersiz konumdaki Kamu personel sistemimize yeniden yön veren yönetim anlayışımızın küresel örneklerle uyumlu olarak yenilenmesi, bu yeni anlayış ve felsefesinin getireceği ilkeler ve hedefler doğrultusunda da, çağdaş uygulamalar göz önüne alınarak yeni bir kamu personel rejiminin kurulması için; sizce ne tür bilimsel proje ve reformlar gerekiyor hocam?

YANIT: Sanırım beni diğer akademisyenlerden farklılaştıran en önemli nokta hem özel sektörde hem üniversitede hem de devlette çalışmış olmam. Kamu personel raporlarıyla ilgili çalışmam devletin daveti üzerine yapılmıştır. Bu konuda devlet birkaç Akademisyenden yardım istemişti, onlardan biri de bendim. Önemli katkılar yaptık. Son zamanlarda basında duyduğunuz kamu personel reformunun mimarlarından biriyim. Sorunuza yanıt olarak Ciddi bir bürokratik reformun gerçekleştirilmesi, kamudaki çalışma düzeninin özellikle memur olarak tanımladığımız yapılanmanın yeniden gözden geçirilerek biraz Avrupa Birliği norm ve standartlarının bu alana getirilmesi gerekiyor. Zaten o dönemler bunları raporlamıştım…

SORU: Hocam bir başka kimliğinizde Uluslararası Sağlık Bilimleri Derneği (ISPE) Türkiye kurucu üyesi olmanız… Derneğiniz özellikle ilaç üretimi konusunda ki vermiş olduğunuz eğitimlerinizle ilaç sektöründen büyük beğeni alıp takdirle karşılanıyor. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde, ülkemizdeki ilk “İlaç Mühendisliği” derslerinin başlamasına ciddi katkılarda bulundunuz… Konuyu biraz açar mısınız?

YANIT: Çok gurur duyduğum bir çalışmaydı. Kimya sektörü heterojen bir sektördür. Kimya sektöründeki alt sektörlerden biri de ilaç sektörüdür. İlaç sektörünün dünyadaki uygulamaların Türkiye’ye getirilmesi konusunda bir takım terminolojilerde, kavramlarda sıkıntı vardı. İlaç mühendisliği kavramı çok kullanılan bir kavram değildi. Bir okul olarak da yaygın değildi. Derneği kurarak ilaç sektöründeki sorunların ve eğitimin yeniden yapılanması konusunda rol üstlendiğimizi düşünüyorum.

SORU: Bir de TÜBİTAK geçmişiniz var… TÜBİTAK bilim ve teknoloji stratejileri yönlendirme komitesinde görev aldınız. Kurumun bilim ve teknolojide çok sayıda politikaları var ama ben Üniversite ve Sanayi ilişkilerini geliştirme politikaları hakkında yorumunuzu rica ediyorum…

YANIT: TÜBİTAK’ta birçok bilimsel çalışmada yer aldım. Bunlardan en önemlilerinden biri de Amerika’daki Silikon Vadisi’nin benzeri bir Bilişim Vadisi’nin kurulma projesiydi. TÜBİTAK bu konudaki aktörlerden biriydi. Biliyorsunuz TÜBİTAK, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı. Birçok sayın bakanla bizzat çalıştım. Özellikle Türkiye’nin bilişim haritasının çıkarılması, kurgusunun yapılması, dünyadaki birçok markanın getirilmesi ve bunların ar-ge faaliyetlerinin yapılması için bir zemin hazırlanması, bilimsel bir bilişim organize sanayi bölgesinin -buna Bilişim Vadisi dedik- kurulması yönünde önemli adım attık. Projenin tek akademik danışmanıydım. Kutsal bir görevdi. Üniversite ve Sanayi ilişkilerini geliştirme politikaları bilgi üretiminin, yapılan bilimin somut olarak bir projeye dönüşe halidir. Sanırım üniversite-sanayi işbirliğinin tesis edilmesinde ve üniversite-sanayi işbirliğinin ülkenin genel çıkarları doğrultusunda sinerji yaratmasında ortak menfaatlerinin olması konusunda çok çalışmalarımız oldu. TÜBİTAK’taki çalışmalarımız daha çok buna yönelikti.

SORU: Hocam, KKTC’nde Rektör olarak görev yaptığınız dönemde Yükseköğretim küresel işbirliği adına muhteşem bir başarıya daha imza attınız ve “Üniversiteler Adası Kıbrıs” Konseptinin yaratıcısı oldunuz. Çalışmalarınızı biraz anlatır mısınız? 

YANIT: Kimya sektörü genel sekreterliği görevini bırakarak Kıbrıs’a bir misyonla gittim. Özel sektör tecrübelerimle şunu gördüm; Kıbrıs bir ada, bu adada neler yapılabilir? Özellikle yükseköğretim açısından zayıf bir algı vardı. Kıbrıs’taki üniversitelerin kalitesiyle ilgili tartışma yaratılmıştı. Bunu tersine çevirmek için büyük mücadele verdim. İrlanda, Malta modelinde olduğu gibi üniversite adası Kıbrıs, kendi üniversitem olan Lefke-Avrupa Üniversitesi dışında sanırım adanın tamamının bir üniversite adası olarak uluslararası bir algı oluşmasında büyük katkılarım olduğunu düşünüyorum. Özellikle KKTC’ye yabancı öğrenci getirilmesi benim dönemimde hız kazanmış bir süreçtir. Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Akdeniz havzasına yakın bölgeden öğrencilerin Kıbrıs’a getirilmesinde büyük çalışmalar yaptım. O dönemde rektör olarak Afrika’ya gittim, radyo programları yaptım, televizyon programları yaptım. Bizzat birçok ülkeyi dolaşarak öğrenci getirmek istedim, Kıbrıs’ın tanıtımını yaptım. Türkiye’de önemli köprüler kurduk. Türkiye’de il il gezerek özellikle yavru vatan-ana vatan arasında öğrenci akışını sağladık. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin adaya gitmesinde önemli rolüm oldu. İTÜ’nün o dönemki rektörünün kapısını çalıp davet eden benim. O zamanki niyetim farklıydı, kendi üniversitemle birleştirmek istiyordum ama yine de İTÜ’nün adaya gitmesine katkım oldu. KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durabilmesinin en önemli unsurlardan biri de adadaki öğrenci potansiyelidir. Bunu özellikle ekonomik proje haline getirilmesinde, oradaki siyasetin, oradaki hükümetlerin olaya böyle bakması, Kıbrıs’ın kendi yükseköğretimi ekonomik sektör olarak görmesi, sadece Türkiye’den öğrenci akışının değil diğer ülkelerden öğrenci çekilmesi konusuna büyük katkım olduğunu düşünüyorum.

SORU: Lefke Avrupa Üniversitesi (Kıbrıs) Rektörüyken, Üniversite’ye tüm zamanlarının en iyi çıkışını yakalattınız… Uluslararası arenada tanınmayan KKTC’nin bu Üniversitesini Birleşmiş Milletler (UN) küresel sözleşmesi Global Compact’ı imzalayarak Birleşmiş Milletlerin Üniversiteler ailesine dâhil ettirdiniz… Gerçekten hayret verici bir olgu ve kolay bir iş değil, bunu nasıl becerdiniz Allah aşkına hocam ya…?   

YANIT: Kıbrıs’ta temel sorun şu: tanınmayan ülke kategorisinde. KKTC’de birçok haksızlık yapıldı. Güney Kıbrıs tek başına Avrupa Birliği’ne alında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dışarıda bırakıldı. Uluslararası ambargo söz konusudur. Hala devam ediyor. Ben oradayken bu ambargoları kırdığımı düşünüyorum. Ülkeler her zaman önünüze bariyer getirebilir. Yasal kısıtlamalar olabilir ya da kurumunuzun ilerlemesini istemeyen odaklar olabilir. Bunları aşmak gerekiyor. Yasak diye yerimizde oturamayız, kolaycılık olurdu. Çantamızı aldık, Birleşmiş Milletler’in kapısını çaldık. Siyaset ayrı, biz eğitim yapıyoruz. Bu politikanın dışındayız. Dolayısıyla siz bizi, Kıbrıs üniversitelerini dışlayamazsınız. Global kompakt kavramı vardı o zamanlar. Kısa adı küresel sözleşme. İmza atıp Birleşmiş Milletler listesine Lefke Avrupa Üniversitesi’nin ismini yazdırdım. Kıbrıs’taki diğer üniversiteleri de teşvik ettik ve onlar da bizi takip ettiler. Bununla kalmadım Amerika, İngiltere’deki en iyi üniversitelerle anlaşmalar yaptım. Harvard’ı, MIT’yi ziyaret ettiğimde Kıbrıs’ta olay oldu. Rum kesiminde parlamento toplandı “bu adamı durdurun” diye. Hatta öğrencilerimiz “Biri bizi durdursun” diye slogan attı. Üniversite öyle bir noktaya geldi ki; uluslararası anlaşmalar Rum parlamentosunda konuşulmaya başladı çünkü eğitimde ambargoları deliyorduk. Siyasetin yapamadığını bir eğitim kurumu, bir akademisyen yapıyordu. Rum kesiminden tehditler de oluştu. Ama biz milli duyguları yüksek, önce vatan diyen insanlarız. Çok koştuk o dönemde. Kıbrıs hak ettiği yerlere geldi.

SORU: Elbette bu başarılarınız ödülsüz de kalmıyor ve bu kez de uluslararası arenalarda aldığınız “Premier” ödüllerle çıkıyorsunuz karşımıza… Takvim yaprakları 1998 yılını gösterirken önce Almanya ve sonra da 2004 yılında Japon Dış İşleri Bakanlığı tarafından “Mesleki Teknik Eğitim ve Yönetici Geliştirme Programları” dalında üstün başarı sertifikaları ve şeref nişanlarıyla onurlandırıldınız… Duygularınız hocam?   

YANIT: Her çalıştığım kurumda hep uluslararası ilişkiler alanında faaliyetlerde bulundum. Dolayısıyla çok önemli networklerimiz oldu. Mesleki eğitim benim hassas olduğum bir konu. Türkiye açısından eğitimdeki kalkınma formülünün mesleki eğitimle olacağına inanıyorum. Düz eğitime inanan bir insan değilim. Herkesin meslek sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Benim için işsiz insan mesleksiz insandır. Mesleksiz insan kimdir? Eğitimsiz insandır. Eğitim mesleği getirir, meslek istihdam, iş yaratır. Bununla ilgili uluslararası A Plus dergilerde yayımlar yaptım, uluslararası projelere imza attım. Hem devletim adına hem de sektörel bazda bu projelerde yer aldım. Uluslararası iş gücü piyasaları anlamında çok faaliyetlerde bulundum. Bunun karşılığında 2 güzel şeyle karşılaştım. Önce Almanya’da 1998 yılında Türkiye-Almanya mesleki eğitim ilişkilerine yaptığım katkılardan dolayı Almanya’ya çağırıldım. Orada eğitim sürecinde kendimizi güncelledik hem de bir ödülle ödüllendirildik. Sonra Japonya Büyükelçiliği Türkiye’deki bir seçimle gönderdi bizi. Türkiye’deki kurumlardan insanları çağırdılar, Büyükelçilikte interview yaptılar. O zaman çok önemli isimler katılmıştı. O isimler içinden seçildik. Japonya Dışişleri Bakanı’nın daveti üzerine Japonya’ya gittik. Orada hem sertifikalandırıldık hem de çok önemli çalışmalarda bulunduk. İş gücü piyasaları ve mesleki eğitim ayrı bir uzmanlık alanım diyebilirim.

SORU: Konu ödüllerden açılmışken belki de hayatınızın en büyük ödülü, 700 devlet adamı, bilim adamı ve sanatçı arasında seçildiğiniz Nobel Barış Ödülü Seçici Kurulu Jüri Üyeliğiniz… Kurulda ilk Türk jüri üyesi olarak yer alıp Nobel tarihine geçmeniz… Hakikaten ülkemiz adına da gurur verici bir olay neler söylemek istersiniz hocam…    

YANIT: Oğluma ve torunlarıma bırakabileceğim en büyük miraslardan biridir. Nobel Barış Ödülü seçici kurulları dünyanın her yerinden titizlikle ve öneriyle seçiliyorlar. Yurtdışındaki öğretim üyelerinin ve iş dünyasının teveccühüyle ismim önerildi, katıldık. Ben Hint asıllı, dünyada barışı, harmonizasyonu savunan bir adayı desteklemiştim o dönemde. Dünyayı koşarak dolaşmış. Benim için gurur verici bir olaydı.

SORU: Ve geliyoruz söyleşimizin en önemli kısmına… Büyük Fenerbahçe camiamız ve Yükseköğretim de göz bebeğimiz Fenerbahçe Üniversitemize… Önce camiamız diyelim… Camiamızla yollarınız nasıl kesişti hocam?  

YANIT: Sayın Tamer Yelkovan’ın referansıyla başladık. Başkanın en büyük hayaliydi. 9 yıl önce küçük bir ofiste, masada başladık. 9 yıl süren bir süreçti. Hiç ara vermedik, hiç pes etmedik. Araya 3 Temmuz süreci girdi. O dönemde YÖK’te farklı bir yapılanma vardı. Bu yapılanmadan üniversitemiz nasibini aldı ve proje eski yapılanma yüzünden çok bekletildi. Ta ki YÖK Başkanı Yekta Saraç dönemiyle projemizin önü açıldı, tüzel kişilik kazandı. Eğitim-öğretime başlamak için gerekli olan tüm kriterler yerine getirildi. Programlar açıldı. 18 program bu yıl 2018-19 eğitim-öğretim yılına hazırlanıyor. Bununla birlikte ilk yıl 900-1000 arasında öğrenciyi Fenerbahçe Üniversitesi’ne kazandırmış olacağız. 9 yıllık uzun soluklu yürüyüşte birçok yöneticimizin katkıları oldu. Aziz Yıldırım’ın en büyük hayaliydi. Bunu gerçekleştirdiğimiz için şahsen çok mutluyum.

SORU: 9 yıl boyunca kulübümüzün Üniversite kurma aşamalarını yöneten ve kurucu Rektörümüz olarak süreç kapsamında şöyle mini bir Retrospektifinizi rica etsem…    

YANIT: Fenerbahçe projesi, hayatımdaki en önemli projedir. Birleşmiş Milletlerde çalışmaktan tutun 500 bin kişinin çalıştığı Türk kimya sektörünü yönettim, rektörlük yaptım, Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt dışında ve Birleşmiş Milletlerde temsil ettim, Dünya Kimya Birliği 2. Başkanlığı’na kadar yükseldim, Avrupa Birliği Uyum Süreci Müktesebat çalışmalarında ülkemi temsil ettim ama hayatımın projesi Fenerbahçe Üniversitesi kuruluş projesidir. Bu 9 yıllık süreçte ben de hiç pes etmedim. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım. YÖK’le olan ilişkilerde sıcak bir diyalog kurdum. Bu süreçte kendimi adeta bu projeye kapattım. Yönetimsel teklifler geldi ama benim için Fenerbahçe Üniversitesi kuruluş süreci bir namus borcuydu. Tamamlanması gerekiyordu. Önce Başkanımıza sonra camiaya mahcup olmamam gerekiyordu. Buradaki görevim akademik projeksiyonun kurgulanmasıydı. Çok sağlıklı şekilde yapıldı. Akademik projeksiyonumuz hem YÖK Genel Kurulu’nda övgü almıştır hem de Fenerbahçeli akademisyenlerle yaptığımız iki çalıştayda itiraz gelmemiştir. Onaylarından geçmiştir.

SORU: Teşekkürler hocam… Dilerseniz birazda lifestyle, yaşam tarzınıza geçelim

SORU: Analitik misiniz yoksa sezgisel mi? 

YANIT: Bilim insanı olarak analitik ancak sezgilerime ve gözlemlerime de çok güvenirim.

SORU: Kafa patlatmak mı, kafa değiştirmek mi?

YANIT: Her zaman değişime inanır ve değişimi yönetmeyi severim.

SORU: Stratejik karalar vermek sizi nasıl etkiliyor?

YANIT: Bizim gibi kariyeri ve kişisel gelişimini alın teri ve emeği ile inşa edenlerin en önemli silahları verdikleri stratejik kararlar, aldıkları riskler ve gösterdikleri mücadeleleridir.

SORU: Şu anki yaşamız dışında başka türlü bir hayatı hiç düşündünüz mü?

YANIT: Fenerbahçesiz bir hayatı düşünemem; o nedenle şu anda çok mutluyum.

SORU: Sizin için ihanet ne anlam taşır?

YANIT: İyilik yaptığınız ya da değer verdiğiniz insanların sizi arkanızdan vurmasıdır. Yani hiçbir iyilik cezasız kalmaz durumudur.

SORU: Umutsuzluğa kapılır mısınız?

YANIT: Asla… Bir İspanyol atasözüne göre “Pes edenler kaybederler”

SORU: Mutsuz olduğunuzu düşündüğünüz zamanlarda ne yaparsınız?

YANIT: Aileme sığınırım. Babamın mezarına giderim. Çünkü onlar sizi hiç terk etmezler, huzur verirler ve sevgileri gerçektir.

SORU: Nelerden korkarsınız hocam?

YANIT: Vefasız ve maskeli insanlardan…

.SORU: Hatasız kul olmaz derler, hatalarınızı kabullenmede muktedirliğiniz ne sevidedir?

YANIT: Benim felsefem “çalışan ve üreten” insanların hata yapmaya daha yakın oldukları yönündedir. Çalışmayan ise sıfır hata yapar… Dolayısıyla hata yapmışsam kabullenmesini de bilirim.

SORU: Keşkeler Türk toplumunda adeta bir tradisyoneldir. Keşkeleriniz oldu mu?

YANIT:  .Keşkelerim tabii ki oldu ancak onları takıntı haline getirmem. Hep ileriye geleceğe bakarım.

SORU: Vazgeçilmezleriniz nelerdir?

YANIT: Vatan, Ailem, Fenerbahçem, bilim ve vicdandır.

SORU: Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk desem…

YANIT: Büyük lider, referans kaynağımız ve büyük bir müktesebattır; derim…

SORU: Mutlu bir evliliğin sırları…

YANIT: Sürekli uzlaşma.

SORU: Karakterinizi hangi renkle tanımlarsınız?

YANIT: Tabii ki Sarı ve Lacivert.

SORU: Kariyerinizde hiç rol model aldığınız yerli ya da yabancı biri oldu mu?

YANIT: Lord Prof. Kumar Bhattacharyya, Prof. Richard Hyman ve Prof. Dr. Metin Kutal.

SORU: Ne tür müzikler dinlersiniz? Yerli ya da yabancı olarak hangi şarkıcıları seversiniz.  

YANIT: Kulağıma hoş gelen her türlü müziği dinlerim. Caz dinlemeyi genelde tercih ederim ve 80 ve 90’lı yılların Türk müziği ve Türkülerimizi severim. Merhum Barış Manço ve Louis Daniel Armstrong…

SORU: Duygu olarak beslendiğiniz ülkeler, şehirler ya da semtler var mı?

YANIT: Ülkemiz sevdamız. İstanbul her zaman gözdemiz. Kadıköy yuvamız. Ve Kaz ağları huzurdur. Yurtdışında İngiltere, İtalya, ve İsviçre kendimi iyi hissettiğim lokasyonlardır.

SORU: Damak tadı ve lezzet zevkleriniz nasıl size hitap eden dünya mutfaklarından hangi yemek sever ve önerirsiniz?

YANIT: Yemek benim için çok seçici olduğum ve keyif aldığım sosyal bir alandır. Benim sıralamam, ilk sırada Türk mutfağı, sonra sırasıyla Çin, Hindistan ve İtalyan mutfağı gelmektedir.

SORU: Yaşamınız filme alınsa hangi türde olurdu?

YANIT: Biyografi olurdu hatta biraz açarsak hayata, mücadeleye ve gerçek yaşama ait türde olurdu.

SORU: Ve şimdide geçiyoruz Fenerbahçe’ye. Nasıl Fenerbahçeli oldunuz ve Fenerbahçeli olmak nasıl bir duygu?

YANIT: Doğuştan… Cemil Turan’ın bizim yaş grubunda çok etkisi vardır.

SORU: Fenerbahçe’nin maçlarını ne ölçüde takip edebiliyorsunuz?

YANIT: Hiç kaçırma. Hayatımı ona göre ayarlarım. Randevu vermem , misafir kabul etmem..

SORU: Fenerbahçe’nin galip gelmesi için özel bir toteminiz var mıdır?

YANIT:  Totemlere inanmam. Takım üzerinde ki inancımı da hiç kaybetmem.

SORU: Yenilgi ya da galibiyetler sonrası kendinizi nasıl hissediyorsunuz, nasıl bir ruh haliniz oluyor hocam?

YANIT: Fenerbahçe’yi şartlı sevmem. Yani kaybetse de, şampiyon olamasa da benim bağlılığım duygusaldır. Ve Fenerbahçe benim diğer ailemdir.

Bu keyifli söyleşimizin finalinde; dilerseniz Fenerbahçe camiasına, Büyük Başkanımız Sayın Aziz YILDIRIM beyefendiye ve taraftarlarımıza iletmek istediğiniz mesajlarınızı ve son sözlerinizi alarak röportajımızı sonlandıralım.

Çok özel, farklı ve özgün bir proje modeli olan Fenerbahçe Üniversite’nin kurulması ve bu süreçte verdiği mücadele için Sayın Başkanımıza müteşekkirim. Dünya’da bir ilk olan Fenerbahçe Spor Kulübü Üniversite projesinin en büyük mimarı olan Sayın Başkan gelecek nesillere ve Fenerbahçelilere bıraktığı bu eserin doğuş sürecinin dokuz yılık mücadelesine bizzat şahit oldum. Sayın Başkanımız Aziz Yıldırım beyefendiye sağlık, mutluluk ve başarı dolu güzel günler dilerim.

 

http://www.sedathayran.com/article/vip-konuklar/prof-dr–ali-riza-buyukuslu

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir